Yeni hükümette İçişleri Bakanlığı değişikliği sonrasında bazı suç çetelerine yönelik baskın gözaltı ve tutuklama haberleri kamuoyunun yakın ilgisini çekiyor.
Uyuşturucu, tefecilik, gasp, yağma, yaralama, tehdit ve sair suç türleri alt başlıklı jandarma ve polis baskınları, bir çok ili kapsayan operasyonlar, gözaltı ve tutuklama haberleri, bu anlamda kamuoyu tarafından dikkatle izleniyor. Bir kesim bu baskınları geçmiş siyasi hesaplaşmalara bağlasa da, emniyet ve jandarmanın yüzünü hayata, sokağa, asayişe dönmesi, etkin gücünü sergilemesi, “Evet ben devletim ve yurttaşlarım için buradayım“ mesajı vermesi bakımından operasyonlara halk desteğinin de çok yüksek olduğu gözlemleniyor.
Doğru ya, Emniyet güçleri FETÖ olaylarının zirve yaptığı son birkaç yıl öncesinden bugüne enerjisini ve zamanını daha ziyade bu örgüte verirken sokaklar, asayiş adeta unutuldu ortalık uyuşturucu, tefeci, şiddet yanlısı çeteler ve türlü kanun tanımazlara kaldı. Düzensiz göçmenlerin gölgesinde şehirlerde keza asayiş endişesi baş göstermeye başladı. Şehrin caddelerinde ruhsatsız silahların, türlü suçların fütursuzca alelade sergilendiği görüntüler rüşvet, bozulma, şüphesiz halkta korku, ümitsizlik, güvensizlik yaratan, kamusal alanı ilgilendiren yaşamsal - kamusal olumsuzluklardır.
Bu bakımdan güvenlik güçlerinin istihbaratıyla tüm gücüyle asayiş ve düzeni sağlama sorumluluğu esasen devletin var olma sorunu olup hayati önemdedir. Hal bu şekilde olmasına karşın toplu çete operasyonlarında yakalanan ya da gözaltına alınanların önemli bir yüzdesinin açılan davalar sonucu beraat ettikleri, bir kısmının suç ya da suçluyla doğrudan ilgisi bulunmamasına rağmen etkili delil olmaksızın soruşturmaya ve davaya dahil olduklarını, gazete başlıklarının pek çok masum insanı maalesef karalayıp geçtiğini, basında yazılanlarla gerçekte yaşanan olayların genellikle apayrı olduklarını da bugüne kadar maalesef hep tecrübe ve teşhis etmişizdir.
Şu sapla samanı ayırmayı bir türlü beceremediğimizden midir nedir? Bu tür operasyonlar sonrası soruşturulanların epeyce sayısına eksik delillerle davalar açılıp, suçla suçluyla alakasız masum olduklarını, ilgisiz olduklarını bırakın “mahkemede ispatlasınlar” gibi “kötü” bir bakış açımız alışkanlığımız var, ancak bu
model-alışkanlık elbette ki hukuka uygun olmadığı gibi davaların da gereksiz yere uzamasına, bakanlık bütçesinden beraat kararları sonrası yüklüce meblağlar çıkmasına yol açması bakımından da sorgulanması gerekiyor.
Operasyonlar sonrası şüpheli kişiler aleyhine bir müddet sonra ilgili mahkemesinde ceza davaları açılıyor. Bazılarında dava açılması safahati dahi aylarca sürebiliyor. Tutuklu olanlardan gerçekten masumiyeti olanlar, durumları özenle, titizlikle incelenemediği için büyük mağduriyetler görüyor. Esas sorun davalarda; açılan davalar genellikle ‘bitmiyor’ 3,5,8,15 sene sürecek garip bir süreç başlıyor. Tahliyeler sonrası tek tutuklusu kalmayan onlarca sanıklı davalar altı ay sonralarına atıldığında davanın sanıkları hatta avukatları tarafından dahi önem ve mahiyet içerik unutulabiliyor. Bir sonrası daha felaket, istinaf ve yargıtay süreçleri sonrası davaların önemli bir kısmı zamanaşımı görüyor.
Yani bu işte de Türk gibi başlıyoruz, sonu karman çorman- Alman gibi devam ettiremiyoruz.
Adalet Bakanlığı bu tür toplu sanıklı ceza davalarını mercek altına alıp, yargıçları ilgilileri dinleyip etkili pratik hatta yasal çözümler üretmeli. Zira yukarda da belirttiğim gibi soruşturma yakalama gözaltı tutuklamadan ziyade ( biliyoruz ki tutuklama medeni dünyada sadece bir tedbir mekanizmasıdır esas olan kesinleşmiş mahkeme kararıdır.) Adaletin tecellisi anlamında sağlıklı işleyecek yargılama ve saygı duyulacak bir adli süreç - sonuçta da etkili adil mahkeme kararlarının üretilmesi, kamu nizamının gerçekte olmazsa olmazı olmalı.
Saygılarımla.