Yaklaşık sekiz yıl öncesine kadar, bırakın büyükbaş köpekleri, ufacık bir finoyla karşılaştığımda bile korkuya kapılır, tüylerim diklenir ve savunma pozisyonu alırdım. Gittiğim mekanlarda bir köpek yakınıma geldiğinde tedirginliğim had safhaya çıkardı. Bazı dostlarım haliyle dalga geçerlerdi bu halimle.
2016’da kızımın amansız ısrarıyla evimize küçük bir “can” aldık. Eskiden Bursaspor’da bilet sorumlusu olan arkadaşımız, birkaç aylık şirin bir bebeği hayatımıza kattı. Sonra ne mi oldu? Basitçe evimizin vazgeçilmez en sevimli, şirin bireyi, bebeği oldu. Sevgiyi, neşeyi, merhamet dahil pek çok güzel duyguları tavan yaptırdı. Süreçte sadece köpeklere karşı değil, tüm hayvanlara, hatta canlılara karşı bakışım pozitif yönde gelişti, değişti. Kendimi “daha bir insan” gibi hissettiren bu tarifsiz duyguları yaşadığım için şanslı hissettim. Artık sokakta bir can gördüğümüzde, merhametle yaklaşıyor ve “insan” gibi hissediyoruz.
Bugünlerde ulusal medyada hayvan haklarının korunması yasasında değişiklikler öngören kanun nedeniyle, vicdanlı vatandaşlarımız fırtınalar koparmakta. Pek çok hususta olduğu gibi konu gerçek mecrasından fazlasıyla çıkmış, ve siyasal sloganlarla çevrelenmiş durumda.
TBB Hayvan Hakları Komisyonu’nun 21 Temmuz 2024 tarihli raporu* yasa teklifi hakkında oldukça doyurucu bilgi ve akıllıca eleştiriler içeriyor. Ne oluyor gerçekten diyenler göz atabilir.
Burada değinildiği gibi esas mesele kanun çıkarmak değil, kanunu uygulamak. Komisyon değerlendirmesindeki şu ifade her şeyi özetliyor:
“5199 sayılı hayvanları koruma kanununun yetersiz kalması nedeniyle değil, uygulanmaması nedeniyle sokaklarda hayvan sayısı artmıştır. Bunun yaptırımının muhatabı sokak hayvanı değil, sorumluluğunu yerine getirmeyen kurumlar olmalıdır.”
Yine kanun gerekçesindeki kuduz ile ilgili yapılan açıklamalar, bu konuda en uzman meslek örgütü olan Türk Veteriner Hekimleri Birliği’nin bilimsel açıklamaları ile çelişmektedir. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün hayvan popülasyonunun kontrol altına alınmasındaki temel ilkesi kısırlaştırmak ve sahiplendirmektir. Canlı katliamı yapmak değil.
Kanunlarımız hazırlanırken bilimsel tarafsız uluslararası ilke ve kurallardan yola çıkılmıyor, doğru zeminde hazırlanmadan tartışılmadan “pat” diye meclise getiriliyor. Sonuçta da ortaya sakat, uygulanamayan, yeni sorunlar çıkaran, toplumun uzlaşmadığı “kadük” metinler çıkıyor. Evvela bu anlayışın değişmesi gerek.
Yazımı, tanışıp görüşmekten mutlu olduğum sevgili Timur Yılmaz’dan bahsetmeden kapatamayacağım. Bursa Gölyazı köyünde artık 800 kadar sahipsiz, terk edilen köpeğe babalık yapan hayatını onlara adamış bir efsane. Youtube’dan** öykülerini, yaşadıklarını lütfen okuyarak destek verelim. Timur gibi, Ayşe Kaya gibi (Mudanya’da yine yüzlerce cana yuva olan) hayvan severlerimiz bu memleketin mübarek, örnek insanları; var olsunlar. Belediyelerimiz, derneklerimiz, ilgili kuruluşlar ve insanlarımız. Herkes ve her kurum canlılara, canlara gereken özen ve duyarlılıkla yaklaştığında belki de bir YASAYA İHTİYACIMIZ BİLE OLMAYACAK. Yasa bizim vicdanımız, merhametimiz, insanlığımız, duyarlılığımız, gayretimiz olmalı.