Geçtiğimiz yıl, merkezi İsviçre’de bulunan bir şirket Kocaeli ili Gebze sınırları içerisinde yer alan bir sanayi arazisine talip olmak istedi. Öncesinde ünlü bir …com ilan sitesindeki ilanı incelemişler. Araziyi pazarlayan emlak şirketi ile temas kurduk. Kendilerinden ilk süreçte alabildiğimiz ilk bilgiler başta talep edilen fiyat, emlakçı komisyonu, yaklaşık konum ve imar durumuydu.
Bunları bildirdikten sonra şirketin iki yetkilisi ve emlak şirketiyle randevu ayarladık ve alışveriş için masaya oturduk. Yatırımcı adayı şirketin temsilcileri, çantalarından kocaman bir klasör çıkardılar. Klasörde Brezilya’da son yaptıkları yatırım fizibilitesinin yaklaşık 80 sayfalık dokümanlarının (özel isimler vs. çizilmiş) kopyaları, laptoplarında da dijital dokümanları mevcuttu.
Bu kardeşlerimiz, ilgili sanayi arsasının ,en yakın limana uzaklığı, limanın kapasitesi, en yakın demiryolu durağına mesafesi, en yakın havaalanının kargo kapasitesi , araziden bu limanlara giden her bir yolların konum ve genişliği, arazinin hangi yönden hangi mevsimde hangi rüzgarları aldığı, yılda ortalama ve hangi mevsimlerde hangi yağışların düştüğü, tayfun, sel, hortum riskleri, hava kirliliğine ait son beş yılın ölçüm raporları, arazinin toprak yapısına ait jeolojik inceleme raporu, kaç metreden su çıktığı ve detaylı analizi, Elektrik şebekesine dair inceleme raporu, gaz dağıtımına dair inceleme raporu, enerjiyi daha verimli kullanmak amacıyla elektrik ve ısı enerjisinin birlikte üretilmesini sağlayan teknoloji olan kojenerasyon raporu, teşvik ve istisnalar raporu, uzayıp giden bir liste…
Derken, satın alma öncesi inceledikleri, her birini dikkatlice vurguladıkları ön inceleme fizibilite dosyası taleplerini “dinlerken bile” neredeyse bayılacaktık. Her görüşme not edildi ve altı müştereken imzalandı. Sıkıca bir çalışmayla istenen veriler nihayet ikinci toplantı öncesine 15 günde yetiştirildi. İstenen vasıflardan birkaç (ayrıntı) uygun olmadığı ya da emin olamadıkları için yatırım/satın almadan vaz geçtiler. Emlak şirketine mesaileri için fatura karşılığı saat ücreti ödediler, hatırı sayılır bir para aldılar ve haklarını helal ettiler.
Geçtiğimiz aylarda da İstanbul’dan bir şirket yine Gebze’de bir başka sanayi arazisine talip olmuştu. Talep üzerine masanın bir tarafında yer aldık. Bu kez talipli şirketin hissedarı, büyük ağabeyini telefonla arayarak “ağam arazi güzel, vallaha iyi, seneye daha prim yapar, imar beş dönüm ama sundurmalarla filan getiririz yedi dönüm kapalıya, hem altta bodrumu da şeederiz” türünden konuştu. Pazarlık görüşme yarım saati aşmadı, ertesi gün tapuya gittiler. Üçe alındı, ne gösterildi? Emlakçının parası ödendi mi? Bilmiyoruz sadece yarım saatin ilk yirmi dakikasında gereksiz ne varsa ve dahi siyaset konuşulan ilk toplantıya tanıklık ettik.
Yaşadığımız deprem ve milyonlarca insanı maddi manevi kedere boğan felaket sonrası her iki alım satım görüşmesini anımsayarak acı acı düşündüm. İlk süreçte hukuk, tedbir, dikkat, özen, riskleri minimize etme, kitabına göre davranış, kalite, ne ararsan vardı. İkincisindeyse literatüre yerleşen adıyla tam “Türk işi” Gerçi bazen biz Türk iş adamları olarak övünüyoruz, onlardan daha pratiğiz, daha hızlı ve üretken, onlar yavaş – prosedürleri, anlamsız prosesleri bayıyor. Ancak, işini kitabına, hukukuna, tekniğine, bilimine, liyakatine, gereğine uygun yaptığında, “basiretli tacir” davranışları sergilediğinde ‘KADER’ini de olumlu yönde değiştiriyorsun çok açık.
Bilmem anlatabildim mi? 6 Şubat 2023 depremi sonrasında yaşadığımız acılar, yitirdiğimiz canların en can alıcı sorumlusu yine bizler değil miyiz? Karar ve davranışlarımızı ortaya koyarken, hukuka saygı, özen, dikkat, tedbir, kendimize başkalarına ve doğaya saygı ve sorumluluk, kitabına göre ilmine göre karar ve davranışlar üretmekten geçmiyor mu? Ya da HANGİSİ DOĞRU?