14 Mayıs 2023 tarihinde 60 milyona yakın seçmen sandıklara gidecek. Ülkemizin, milletin geleceğini doğrudan etkileyecek olan Cumhurbaşkanı ve TBMM üyelerini belirleyecek seçimler için oy kullanacağız.
Hepimizin bildiği üzere son Anayasa değişiklikleri ile, adı Başkanlık olmayan bir Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçildi. Partili, taraflı ve otoritesi yüksek bir Cumhurbaşkanı ile sahada TBMM’nin fonksiyonunun azaldığı, iktidar partisi mensubu olup mecliste çoğunluğa sahip bulunan milletvekillerinin dahi pratikte işlevselliklerinin azalıp neredeyse temsil aşamasında kaldığı bir dönem yaşadık.
“Kanunları TBMM yapar” ifadesiyle büyüdük, bunu okuduk. Hatta hukuk okuduk, yüksek lisanslar, doktoralar yaptık. Ama, kanunları Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki bir büro ele almaya başladı, ve TBMM çoğunluk partisi el kaldırdı. Muhalefet milletvekillerinin verdikleri önergelerin, tekliflerin, içeriğine bakılmaksızın neredeyse tamamı reddedildi. Her sene 23 Nisan’da kutladığımız bayramımızın bile anlamı, başka bir mecraya taşındı. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. TBMM milletin adına halkın karar mekanizmasıdır. Egemenlik hakkını kullanır.” Bu sözler sahadan alınarak, kitap satırlarına hatıra olarak yerleştirildi. Egemenlik neredeyse bir elde, bir iradeye kaldı.
Aslında bir hukukçu ve gözlemci olarak, komşu Bulgaristan veya benzer geçimsiz parti ve milletvekillerinin yürütmeye çalıştığı, ülkemizde de geçmişte bir türlü oturtamadığımız klasik parlamenter hükumet sistemindense, hakiki (!) bir Başkanlık sistemini yeğlemişimdir. Malum komşumuz dört ayda bir seçime gidiyor, halk istikrarlı ve güvenilir bir yönetim oluşumundan ümidini kesmiş bıkmış, dolayısıyla artık sandığa da gitmiyor.
Yasama-Yürütme-Yargı bağımsızlığında güçler arası dengeyi iyi kurup, hukuk dışı oluşumlara, toplumun bireyinden tüm kurumlarına kadar karşı çıkarsanız, ikide bir sistem değiştirmezseniz, başkanlık sistemi kötü değildir. İşin sırrı, güçler ahengine dayalı, dengenin kurulduğu bir sistem inşa edip, yüzyıllarca dokunmamakta sanırım. Ancak son Anayasaya değişiklikleriyle kurduğumuz sistemde ne Hukuk-Yargı, ne TBMM yasama kuvveti, ne de yürütme-hükümet, güçler arası ahengi bırakın, yürütme gücünün mutlak hakimiyeti ile bu ahenge yaklaşamadı bile.
Diğer sıkça seçime giden coğrafyalarla biraz medeniyet farkımız var, onlarda koalisyon-uzlaşma kültürü bu arayı kapatıyor. Sistem denilen mekanizmaları ya da oturmuş ekonomileri, yapıları, yönetimin kimde olduğunu umursamadan bir şekilde raya oturtuyor demokrasiyi.
Neticede, yaklaşan 14 Mayıs için milletin, daha doğrusu neredeyse çoğunluğa sahip sağduyulu tarafsız halkın kafası hâlâ karışık. En az %50’sinin tüm kalbiyle, ruhuyla oy vereceği bir parti amblemi olmadığını, çeşitli mülahazalarla bir tercih yapmak durumunda kalacaklarını tüm inancımla bu satırlara karalayabilirim.
Cumhurbaşkanlığı için Anayasamız 101. maddede yer alan iki dönem sınırının TBMM üyeleri için de iki-üç dönemle getirilmesinden yanayım. Milletvekilliği bir meslek dalı olmamalı. Hele büyükşehirlerde siyasi partilerin o çok dillendirilen “liyakat” yerine etnik kökene, bölgeciliğe, partideki geçmişe, ya da çağ dışı diğer yapay argümanlara dayalı aday belirleme ilkeleri ise yönetim anlayışımız ve demokrasimizin hâlâ emekleme evriminde olduğunu ortaya koymaya yetiyor.
Her ne olursa olsun halkımızın sağ duyusunun Atatürk’ün yüz yıl önce temelini attığı Cumhuriyet ve devrimleri ve ilkelerinden feyz alarak doğru yolu tercih edeceğine, ne kesimden olursa olsun fanatikliğin değil liyakatin ve Cumhuriyet ilkelerinin yaşatılacağına ümidim tam.
Bu inanç ve ümitle de, geride bıraktığımız ayda deprem felaketinde yitirdiğimiz canlarımız, yaralı ve madden manen zor günler yaşayan halkımızın, acılarımızın gölgesinde yaklaşan seçimler için, isimler değil; barış kazansın, hukuk kazansın, demokrasi kazansın, Atatürk Cumhuriyeti’nin sarsılmaz ilkeleri kazansın, diyalog-uzlaşma-medeniyet, ve Türkiye kazansın!
Derin saygılarımla.